Opinion

Yurtsuzlaştırılmış İnsanlar

Her Aralık, sadece yeni bir yılın gelişini müjdelediği için umutları tazelenir insanların. İnsanın en güçlü ve yenilmez yanı bu olmalı. Umudu yaratmak. Yoktan var etmek. Ve bunun için sadece bir rakamın değişmesi yeterli olabiliyor. Öyle çünkü insanın delirmeden veya hayattan vazgeçmeden yaşamaya devam etmesi için umuda ihtiyacı var.

İnsana ve onun umuduna dair bu varoluşsal yaratımı Aralık ayının sonuna yaklaştıkça ivme kazanırken umut kırıcı ya da başka türlü bir deyişle umut karşıtı gelişmeler de devam ediyor. Dünyanın kanayan coğrafya parçalarından biri olan Ortadoğu’da Suriye alevlenen çatışma yeni bir göç kitlesinin yollara düşmesine yol açtı. Suriye, halkının bir kısmını kanlı çatışmalarda yitirirken bir kısmını da göç vererek Suriye olmaktan her gün biraz daha çıkıyor. Dünyanın egemen güçlerinin çıkar kavgalarını sürdürdükleri, ürettikleri silahları görücüye çıkardıkları, güçlerini ötekilere göstermek için gövde gösterilerini sahneledikleri bir toprak kendi evlatlarını bu bitmek bilmez kanlı pazara kurban vermesin de ne yapsın. Peki göç eden bu insan deryası nereye gidecek? Cevap gün gibi açık. Sınır ülkelere ki aslında tek ülkeden söz ettiğimiz söylenebilir: Türkiye. Türkiye Devleti bugüne kadar sadece Suriye göçmenleri konusunda değil dünyanın başka yoksul ya da çatışmalı ülkelerinden göç edenlere de kapısını açan bir devlet. En azından kıyılarına botlarla yanaşan kaçak mültecilerin üzerine ateş açtırmayan bir devlet olarak birçok batılı devletten çok daha insancıl bir tutum sergilediği aşikâr.

Daha önceki Suriyeli göçmen kitleler Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına dayandıkları zaman, TC hükümetinin ülke sınırlarını açmadan önce Avrupa ülkeleriyle ekonomik yardım konusunda bir takım pazarlıklar sürdürdüğü biliniyor. Geçen hafta içinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda yaptığı açıklama yeni Suriyeli göçmen dalgasının Türkiye sınırlarından içeri alınması için yine bir ekonomik yardım beklendiği düşüncesini akıllara getirdi. Bu olguyu en azından iki temel noktadan değerlendirmek mümkün: Birincisi TC hükümeti Suriyeli göçmenleri koz kullanarak Batılı ülkeleri kendisine ekonomik yardıma zorluyor. Bir anlamda “rüşvet” istiyor. Ve bu argüman üzerinden daha birçok şey söylenebilir. Ancak ben ikinci temel noktayı daha çok önemsiyorum. O da şudur: Türkiye Suriye ile en uzun sınırı olan ülke. Türkiye Ortadoğu ile Avrupa arasındaki tampon ülke. Ortadoğu’dan gelen göç dalgasının ilk çarptığı yer Türkiye sınır boyu. Ve eğer göçmenleri Türkiye’de tutacak bir atmosfer olmasa, yani Türkiye de diğer komşuları gibi kanlı çatışmalar, mezhepsel kavgalar içerisinde, her gün bombaların patladığı, istikrarsız, sıfır noktasında bir ülke olsa bu göç dalgalarının Batılı ülkelere ulaşacağı öngörülebilir. Bu şu demek: Birincisi, Türkiye’nin göçmenlere kapılarını tamamen kapatması coğrafik ve tarihsel koşulları açısından imkânsız. İkinci olarak, Türkiye’nin Batılı ülkeler kadar sert bir göçmen politikası izlemesi bu ülkeler açısından arzu edilebilir bir şey değil ancak bunu insan hakları bağlamında kınayacak ve bu konuda Türkiye Devletini suçlayacak pozisyonları yok. Kendileri sınırlarına yaklaşan mülteci botlarına ateş açarken, ABD örneğinde olduğu gibi, göçmen akınına karşı ülke sınırlarına Çin Seddi’ni hatırlatan duvarlar çekerken Türkiye’ye bu konuda parmak sallamaları hiç de inandırıcı olmayacaktır. Konjonktür böyle olunca geriye ekonomik yardım rüşveti/pazarlığı/koşulu kalıyor. Türkiye’nin en azından ekonomik olarak bu bedelin ortaklaşılmasında ısrar etmekten başka, kaldığı kadarıyla kendi ülke nüfuslarının homojenliğini bozmama konusunda neredeyse faşizan bir tutum içinde olan batılı devletlerin de Türkiye hükümetine kısmen yardım kısmen kredi olarak mali yardım yapmaktan başka çıkar yolu yok gibi görünüyor.

Bütün bu değerlendirmeler sadece sığ siyasetin kuru aklından bakınca yapılabilecek değerlendirmeler. Ancak, ne yazık ki çok uzun bir süreden beridir dünya meseleleleri ki insanlık meseleleridir bunlar, bu kuru siyasi akılla ele alınıyor. Ben de yazının en başında sözünü ettiğim, yeni bir yılın gelmesinden umut devşiren insan yığınlarından biri olsaydım 2020 yılında bu aklın terkedilerek insanlık temeline yeniden dönülmesinin ipuçlarını gördüğümü anlatan “pozitif” bir makale kaleme alabilirdim. Ancak değilim.

 

*The information and views set out in this article are those of the author(s) and do not reflect the official opinion of the IPE Club. Neither the IPE Club nor any person acting on it behalf may be held responsible for the use which may be made of the information contained therein.

Show More

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button