Turkish

Bireyin Topluma Geçiş Süreci ve Ekonomi Politik

Bölüm 1

Dinselin iktidarının sürdüğü ve egemenliğinin devam ettiği dönemlerde, bireyin varlığının söz konusu olmadığı gibi toplumunda sahip olduğu bağımsız ya da özerk bir yapının varlığı söz konusu değildi. Toplumun bilimi, sanatı ve yaşamının sürdürülebilirliği ancak yeryüzün de var olamayan ve göklerde olana bağlı olma durumunun sonlandırılması, ilk dönemlerde azımsanamayacak bir krizin ardından yeni bir süreç doğurmuş ve başlatmıştır.

Yer ve gök, insan ile tanrı arasında var olan salt itaat durumunun bir anlamda kopuş içerisine ivme kazanması ile birlikte, insanın kim olduğunu düşünme, kendini tanımlama ve amacının ne olduğu soruları ile bağımsızlığını arama perspektifini ortaya çıkarmış ve bu gidişatın sonucu olarak modernite kıvılcımları ortaya çıkmıştır. Kendini tanımlayabilme durumunun yasak olduğu dönemi aşma evresinde insan artık ne olduğu ve amacının temel yapısını sorgulama durumunu kendi us durumu ile sorgulayabilme yetisini elde edecek ve artık tanrı ve dinin bireye vermiş olduğu doğmatik bilinç durumu ortadan kalkacaktı. Dinsel ve tanrısal mutlak iktidarın söz konusu olduğu dönemde, kendi bilincine sahip olan ve dini tabuların dışında hareket edebilen insanın varlığının söz konusu olmaması bireyin bir toplum içinde var olmasını da mümkün kılmamıştır. Bu vaziyet bağımsız bir toplumunda var olmasının önünde engel olmuştur. Dini cemaatlerin, tabuların ve kuralların varlığının söz konusu olduğu bir dönemde özerk bir bireyin varlığı nasıl söz konusu olmamışsa toplumunda var olabilmesi aynı hal ve çerçevede imkânsız kılınmıştır.  Bu çerçevede dinsel yani gökselin bertaraf edilmesi ile birlikte, bireyin bağımsızlığı ile toplumun bağımsızlığı aynı döneme denk gelmiştir. Aynı süreç içerisinde yoğrulan bu durum günümüze kadar birey ve toplum olabilmeyi karşı karşıya getirmiş, birey olabilmeyi toplumsalın karşıtı, toplumsal olabilme durumunun da birey olmanın karşıtı durumlarını doğurmuştur. (Sarfati, 2010)

İnsan merkezli ve tanrısallığın olmadığı yeni bir düzen kurulurken, bilincinin farkındalığında olan insan ile toplumsal durum arasında ki ilişki kaçınılmaz bir durum içerisine girecektir.  Bu durum siyasanın tanrısızlaştırılması ile birlikte, yeni düzende insanın eski dönemde(Antik) var olan dini alt yapılı cemaat durumundan uzaklaşmasını gözler önüne sererek, insanın tanrısız bir düzende ve aklın ön planda olduğu yeni durumda yeniden toplum olabilme ikilemine ve birey-toplum arası çatışma durumuna sokmuştur.  Tanrısal iktidarın sona ermesi ile birlikte yeryüzünde kurulan iktidarın sahibinin kim olacağı durumu birey ve toplum arasında şiddetli bir çatışma durumuna gelmişti, çünkü iktidarda olanın bireysel yani kendi bilincinin farkındalığıyla mı yoksa toplumsal bilinç ve var olma vaziyetiyle mi sürdürüleceği birey ve toplum arasında çelişkili durum olarak ortaya çıkmıştır.

Fransız ahlakçılardan La Rochefoucauld’dan Molier’e La Bruyere’e kadar öz sevginin insan tabiatının temelini oluşturacağını ve tüm kötülüklerin kaynağının da bundan kaynaklanacağını söylemişlerdir. Onlara göre insanın yaratılışından bu yana sağduyulu ve iyi olduğu varsayımının asılsız olduğu hatta insanın temelinde tutkularının kölesi olduğu ve kendi çıkarlarının kölesi olduğu varsayımı daha doğru olacaktır. Göksel ve dinsel tabulardan sıyrılan bireyin kendi aklı ve bilinci ile hareket etmesi ve kendi siyasal düzenine tabi olabilmesi ile birlikte toplum bilimlerinin homojen bir yapıya sahip olması ve bağımsızlığını elde edebilmesi modernleşmenin ilk dönemlerine denk düşmektedir. Kant’ın tabiri ile kendi bilincinde olan bireyin, evrenin merkezinde yeni sağlamlaştırıp hegemonin bir eylem sürecine geçişi sosyal bilimlerdeki parçalanma etapları ile sıcak bir etkileşim içinde olmuştur (Alada, 2000, s. 14).

Bu çelişkiler ve birey-toplum arasında ki çatışma durumu ile birlikte ekonomi politik anlam kazanmaya başlar ve bu gidişat içerisinde yerini bulur. Ekonomi Politiğin çözüm perspektifi ise bireyin var olabilmesini ve özerkliğini kazanabilmesini ancak ve ancak toplum içerisinde somutlaşarak anlam ve önem kazanabileceği hipotezi ile yaklaşır. Bunun aşılmasının da özerkleşen bireyin kendi egosunun kölesi olmaktan kurtulması ile birlikte mümkün olacağını savunur. Bu çerçeveden bakıldığında ekonomi politik bireyin özerkliğini kabul eder fakat bu özerkliğin varlığını ancak toplumsallık içerisinde tezahür etmesini savunur.  Bir İskoç düşüncesi olan ekonomi politik Fransız modernitesini etkiliyerek bireyin kendi öznesini inşa etme sürecinde yani özne-birey sürecinde toplumsalın var olma süreci ve bireyin toplumlaşabilme süreciyle yetinmeyip, insan bilimlerinin yanı sıra sosyal realitenin geneli ile algılanma problematiğinde de son derece önemli bir yer edinecektir.  Hiperendividüalizmin yani temel anlamıyla bireyciliğin bugün gelinen noktada ve sahip olduğu vaziyetten sorumlu olmadığının savunulması bu çalışma ile birlikte yapılacaktır (Alada, 2000, s. 14; Sarfati, 2010).

 

İNSANIN YERYÜZÜ İKTİDARINI ELE GEÇİRME SÜRECİ

18.yüzyılın değişimi 17.yüzyılda yaşanacak olan her alanda hissedilecek değişimlerin ve dönüşümlerin mirası konumunda bir devir olma adına köprü görevi görmüştür. Antik Çağın vermiş olduğu eski ruh yeni coğrafi ve teknolojik değişimler ile reddedilmiştir. Bu duruma en çok etki de bulunan olgu zihinsel ve düşünsel dünyadaki kırılmalar ile olacaktır. “Anthropocentrisme” (insan merkezli) ile birlikte eski dünyada önemi olmayan birey artık varlık bulacak, tanrı merkezli eski dünya düzenini baştan aşağı sorgulayarak iktidarını yeryüzünden sarsacaktır. Bununla birlikte insan aklı yeryüzünde tanrısal güce hükmetmeye başlayacaktır. Bu dönemde insan aklının yücelticisi Descartes olacak ve tanrısal gücün devam ettiği bu dönemde insan aklının ön plana çıkarılması yani insanın yeryüzünde dinsel tabulardan kurtulması açık bir şekilde olmasa bile gizliden gizliye başlayacaktır.17.yy tanrısal gücün kendi benlik bilincinde olan insan tarafından sorgulandığı köprü dönemi olacaktır. Coğrafi açıdan yeni Dünya’nın keşfi, yeni düşünce yapıları ile birlikte insanın yeniden kendini keşfetmesine olanak sağlayacaktır. İnsanın bu dönemde en temel amacı yeryüzünde tanrıdan boşalan iktidarı almak olacaktır (Sarfati, 2000).

17.yy klasisizmi Fransa da, ilk olarak Montaigne’den başlayıp Corneille’den Racine’e, oradan Moliére’e,  La Bruyère’e ve Pascal’a bu temellerin atıldığı dönem olacaktır. İnsanın kendini keşfetmesini edebiyat konu edinecek ve “İnsanın anlaşılması”, “Tasvir edilmesi” ve “Tahlil edilmesi” üzerinde birçok edebiyatçı ve düşünür duracaktır. Bu dönem de Moliere gibi edebiyatçılar “Ben Kimdir?” problematiği üzerinde durmuştur. Genel anlamda bu sorunun mantığı insanın özgürleşmesi ile ilişkilendirilecektir.

İstemeden de olsa ekonomi politik biliminin kurucularından sayılacak olan Adam Smith Fransız Klasik-Ahlakçılarının etkisinde kalarak “yeni insan” problematiğinin La Bruyere ve Montaigne sonrası arayışı içinde olacaktır (Sarfati, 2014, ss. 1-14).

FRANSIZ HÜMANİZMASINDA BİLİNCİNİ ELİNDE BULUNDURAN İNSANIN (BEN) KEŞFİ

Hümanizmanın en dip problematiği ilk olarak benin keşfi ve özgürleştirilmesi adına olmuştur. 17.yy Fransız klasisizmin modernite süreci içerisindeki görevi “yeni insanın” keşfi üzerine olmuştur. Dönemin önde gelen edebiyatçılarından La Bruyere ve Moliere “Karekter” çalışmalarında öncelikle insanın birey olarak duyguları ve tutkuları üzerine özgür olma durumunu ele almıştır. Daha sonra bireyin, öteki ile yani toplum olarak birlikte var olabilme durumları üzerine kurguları ele almıştır. Bu durum çerçevesinde insanın özgürce var olabilmesinin getirmiş olduğu koşulları toplum içerisinde de aynı şekilde ve aynı özgürlük tabanın da olup olmadığı üzerine kurgular ortaya çıkarılmış ve sorular aranmıştır.

 

Fransız Hümanizmasında yeni insanın keşfi “karekter” bazlı ele alınmıştır. Bin beş yüz yıllık insanın tutsaklığından sonra özgürleşme sürecine girmiş olmakla birlikte, bilincin özgürleşmesi fiziki alanda özgür kalan insanın dinsel alanda özgürlüğü ile yoğrulup tanrısız bir yeryüzünü somutlaştırmıştır. Temelde insan kendi bilincini keşfedip inşa sürecine girecektir (Snow, 2007, s. 2).

“Dönem klasiklerinden Moliére’in “Amphitryon”’unda Mercure soracaktır:

– Orada kim var?

Sosie yanıtlayacaktır:

– Ben.

Bu kez Mercure devam edecektir:

 Ben, kim?” (Frank, 1986, s. 19).

Tüm genel çerçeve neticesinde bilinmesinde de fayda vardır ki 17.yy Fransız Hümanizmasında dinsel ile olan bağlar her şeye rağmen sıkıdır. Dönemin şartları ile çelişiyor olsa dahi tüm ilişkileri baştan aşağı koparabilme durumu olgunlaşmamıştır. Yine bu çatışma ve çelişki durumu dönemin edebiyatı tarafında geniş yer tutacaktır. Rasyonalizm ve dinsel taban iç içe görüntüsü verecek olsa dahi dönem sonuna doğru akıl ile dini tabular keskin bir şekilde ayrılmaya başlayacaktır. Temel anlamda edebiyat ile gerçeği arama çabası yüzyıl boyunca sürerek dinsel tabanlı olsa dahi bu tabandan sıyrılma çabası da bir o kadar açık ve görünür durumda olacaktır. Hemen akabinde gelen dönem bir önceki döneme nazaran daha keskin ve radikal bir dönem olarak da karşımıza çıkacaktır (Snow, 2007, ss. 2-5).

TANRISIZ YERYÜZÜNDE İNSAN ODAKLI BİR AHLAK ARAYIŞI

Değişimler hem teknolojik hem de zihinsel temelde varlığını hissettirirken eski dönemin bitişi 17.yy başlarında kendini hissettirmekteydi ama yine de ciddi bir kopma söz konusu değildi hala. Tüm değişimlerin hemen karşısında Auguistinizm söz konusuydu ve tüm ortaçağ boyunca varlığını ve egemenliğini dönemin ahlak ve iktisadi yargıları üzerinde hissettirmiştir. Auguistinizm bireyi birçok yönden kısıtlamaktaydı ve bu kısıtlamalar tanrı yolundan ayıran unsurlar olarak nitelendirilmekteydi. Bu kısıtlamalar arasında; Maddi çıkar gütme, mülk edinme ve “servet biriktirme” gibi durumlar yer almaktaydı. Modernleşme sürecinin önemli bir kesit noktası olarak sayılacak ve köprü olacak olan 17.yy modernitenin ilk dönemleri olacak ve dini motiflere sıkı sıkı bağlı olan dinsel aristokratik ideolojinin egemenliği insan aklının ön plana çıkması ile birlikte sarsılacaktır.  Değerler ve tabular dünyası alt üst olacak ve Feodal-Aristokratik kültür elinde bulundurduğu iktidarını kaybetmeyle karşı karşıya gelecektir. Corneille dönemin sonuna gelindiğini işaret ederek mertebe arayışının yaşamın temel noktası olma döneminin bittiğini sezinleyecektir (Alada, 2000, s. 14).

Tüm bu yaşanan alt-üst olma durumunu edebiyat dünyası hazırlayıcı, haberci ve tanığı olacaktır. Bu döneme kadar edebiyat bile dinselin etkisi altındayken, özgürlüğünü elde edip dönemin koşullarını yansıtan ve ekonomi politiği tartışan bir organ haline gelecektir. Dönemin tüm çelişkilerini ve yeni düzene geçişin zorluklarını yansıtacaktır.  Descartes ile ortaya filizlenen rasyonalite sürecinde, kendi bilincini elinde bulunduran özgür düşünce bazı dönemlerde dinin etkisinden kopamadığı seyrini hissettirmiş olsa bile çoğu zaman karşı karşıya gelmiştir.

Yüzyılın ortalarına doğru tanrının yeryüzünden yani dünyeviden elini çekmesi ve insanın iktidarının başlama süreci kendini ağırlıklı olarak hissettirecektir. Tam olarak kendi benliğine kavuşmasında çelişkili git gel süreçleri yaşanmasına rağmen, eskinin değerleri tükenmeye ve değersizleşmeye 18.yy içerisinde kendini tam olarak hissettirecek ve keskin bir şekilde olmasa bile özgür düşünce yeryüzü iktidarını ele geçirecektir. “İnsan Merkezli” bir yeryüzünün oluşması Augustinizm etkisinde olan dönemin karşısında merdivenleri tırmanarak, başarısını özgün düşünce yolunda elde edecektir. Bu dönemde hümanizma yeni keşfedilen “insan” kendi ahlaki kategorilerini de evrenselleştirme yolunda ilerlemeli tezini de savunmuştur. Dönemin klasik edebiyatının paradigması, yeni insanın yıkmış olduğu tüm değerleri kendi yeniliğinde nasıl oluşturacağı olmuştur. Öte yandan tüm klasik yazarlar tarafından bu sorgulanmıştır (Sarfati, 2008, s. 45).

Montaigne yeni insandan ilk bahsettiği dönemlerde, kendi bilincinin farkında olan ve özgür düşünce sahibi yeni insanın gökyüzünden bağımsızlaşarak var olmaktan vazgeçmeyeceği üzerinde durmuştur. Öte yandan özgür düşünce sahibi bireyin zaman içerisinde tüm karmaşıklıklarından sıyrılarak olgunlaşacağını ve yalın bir hale geleceğini vurgulamıştır. Dönemin edebiyatçılarından Pierre Nicole tanrısal dönemin bittiğini üzülerek belirterek, insan merkezli bir dönemin başladığı vurgusunu yapmaktan da kaçınmamıştır. Klasik dönem modernite aralandığında ve başlangıç sürecinde “yeni insan” ve toplumlaşabilme durumunu oluşturmaya çalışacaktır. Siyasanın tanrısızlaşması ile birlikte iyi ve kötüyü artık tanrı merkezli bir hal dışarısında aranacak ve insan merkezli yeni dönemde iyi ve kötünün kaynağı sorgulanacaktır. Klasik dönem hümanizması bu dönem içerisinde yeni toplumun oluşumu ve biçimlenmesinde bu tartışma üzerinden ilerletilecektir. Bir sonraki dönem içerisinde en çok cevabı aranan soru; “Tanrı merkezli olmayan bir düzen içerisinde yeni insan neye göre tanımlanacaktır ve bir diğer birey ile birlikteliği nasıl mümkün kılınacaktır?” bir diğer deyişle “ Cemaat dışı oluşan toplumun doğal olarak oluşumu nasıl mümkün kılınacaktır?” (Sarfati, 2008, s. 45; Sarfati, 2010).

Toplum olarak yaşayabilme durumu dönemin Fransa’sında çokça işlenecektir. “l’art de converser” (diyalog kurma) olarak adlandırılacak ve bu bir nevi yaşama sanatı anlamı taşıyacaktır. Öte yandan Klasik dönem filozof-edebiyatçılarına  “yaşam filozofları” (philosophes de la vie) gibi tabirlerde kullanılacaktır. Bu filozoflar tarafınca yeryüzünde yeni dönemde nasıl bir arada yaşanacağı sorusunun cevabı aranacaktır. Oluşan yeni sınıf bir anlamda burjuvazinin ilk yapı taşları olma özelliği taşıyacaktır fakat yine bu dönemde burjuvazi Moliere ve La Bruyere gibi edebiyatçılar tarafından çokça eleştirilecektir. Aklın tanrısal olmaktan uzaklaştığı bu dönemde ve günümüze kadar cevabı aranan tek soru olacaktır o da;  “ Kötülüğün kaynağı tanrısal değilse peki nedir?” Göksel olmayan bir ahlak etiği çerçevesinde iyi ve kötünün kaynağı Klasik dönem hümanistlerince çokça sorgulanacaktır.

*Bu çalışmamda engin bilgi ve değerli kaynaklarından yararlandığım sayın Prof. Dr. Metin SARFATİ hocama ve planlanmasında, araştırılmasında, yürütülmesinde ve oluşumunda ilgi ve desteğini esirgemeyen, tecrübelerinden yararlandığım ve yönlendirme ve bilgilendirmeleriyle çalışmamı bilimsel temeller ışığında şekillendiren sayın IPE Club Kurucusu Arash SHARGHİ hocama sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Show More

Related Articles

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Back to top button